ŞİFRESİZ YAŞAMAK!

   Adettendir, aşağı yukarı her blog yazarının yaptığı gibi ben de bir kitap tanıtımı yapayım. Aslında tanımayan yoktur da, yine de değinmek istediğim bazı hususlar var. Kitabı yakın zaman içerisinde yedim, içtim, sindirdim. Üstüne de bir keyif kahvesi içtim. Şifa niyetine...

   Bu kitabı okuyan çoğu insan, birilerine bu kitabı tavsiye ederken 'tek solukta' okuyacaklarını söyler. Evet, bana da öyle dediler. Sonuç mu? Az kalsın ölüyordum. Tek solukta okumakta neyin nesiymiş? Ben tek solukta ancak yarım sayfa okuyabildim. İnsanlarla dalga geçtiğiniz yetmedi mi?

   Bu tür sözlere itibar edilmemesi gerektiği hususunun, ısrarla altını çizmek istiyorum. Yok efendim elinden düşürmeyeceksin, yok efendim başucu kitabın olacak falan hepsi yalan. İnanmayın sakın. Memlekette sahtekar dolu. Elinizden pek tabi düşürebilirsiniz. Bunun yanında başucunuzda duracak falan gibi sözler de tamamen provokasyon amaçlı. Hani çocukların tekerlemeleri vardır. Birinde ne diyordu? Portakalı soydum başucuma koydum vesaire vesaire. Bunlar birtakım uydurma laflardır. Daha çocukken bize empoze etmişler. Ama ben bunları yermiyim? Kat'iyen hayır.

   Gelelim kitaba. Kitap Da Vinci Şifresi. Yıllarca best seller listelerinde zirveye oynamış, zirvede kalmış bir kitap. Haliyle bana da o kadar methetmişlerdi ki okumadan geçemedim. Hemen kitabı bulup okumaya başladım. Bir başladım pir başladım. Hatta öyle başlamışım ki sayfalarını bir topaç misali çeviriyorum. Öyle çeviriyorum ki evin içinde cereyandan kapılar pencereler çarpıyor, salonda hortumlar oluşuyor, açılan musluklardan girdaplar zuhur ediyordu. Fena sarmıştı. Tam benlikti yani.



   Değişik vurgulamalar. Paganlar, mason ünlüler, kilise bağlantıları zaten epeydir kafa patlattığım konulardı. İşin içine bir de Dan Brown'ın usta anlatımı girince kitaptan kopmak mümkün değildi. Bu konular hakkında önceden bilgi sahibi olmayan insan için belki sıradan bir kitap olabilirdi. Fakat adeta benim için yazılmıştı. İllüminati, Sion tarikatı ve daha niceleri vardı. Daha ne olsundu. Da Vinci, Isaac Newton ve Victor Hugo artık tanınan yönlerinden çok farklı rol üstlenmişlerdi. Bağlanmıştım kısacası.

   Artık kitapla aramda duygusal bir bağ gelişmeye başlamıştı. Evdeki okumalarım yetmiyordu. Ben de yolda geçirdiğim zamanı değerlendirmek adına yanımda taşıyordum. Bir gün kitabı yine yanıma aldım, koyuldum yola. Dolmuşuma bindim, boş bir yer bulup oturdum. Hevesim üstümdeyken hemen kitabı açıverdim ve okumaya başladım. Biraz okuduktan sonra yanımda bir amca beliriverdi. Adam yanıma oturmuş fakat ben farkında değilim, öyle kaptırmışım. 

   Okumaya devam ediyordum. ''Evlat'' dedi yanımdaki amca. ''Ne okuyorsun sen?'' Belli ki muhabbet etmek istiyordu. Fakat ben de kitaba devam etmek istiyordum. Başımdan savmak için ''kitap okuyorum'' amca cevabını verdim. ''Bir adı var mı?'' diye sordu. Nasılsa bilmez de susar diyerek ''Da Vinci Şifresi'' yanıtını verdim. Vermez olaydım. Tam o esnada içimdeki kaşifi öldüren cevabı aldım...

   DOĞUM TARİHİDİR DOĞUM
   Normal şartlar altında bu tür cevapları kendim verdiğim için bu sözlerin böylesine kan dondurucu etki yapabildiğini tahayyül edemiyordum. Fakat sen yaşını başını almış adamsın. Da Vinci Şifresi'ne ''Doğum tarihidir doğum'' demek de nedir? Bu cevabı alınca, gözlerinin içine sert sert baktım. ''Bakışlarım sana biraz cesaret verdi mi amca?'' diye sordum. Pek kafa bulacak birine benzemiyordu. Hem kafayı kim kaybetmişti de o bulacaktı? Ama artık ok yaydan çıkmıştı.

   Bu noktadan sonra okumaya konsantre olamazdım. En iyi yaptığım şeyi yapmaya karar verdim. Makara yapmalıydım. Amca dedim. ''Aslında haklı olabilirsin, fakat ben Da Vinci'nin şifresini daha çok Leonardo1234 gibi düşünmüştüm'' dedim. ''Olabilirdi fakat her şeye farklı şifre koymaz bence'' dedi. Ve ekledi. ''O dediğin çok uzun, mesela banka kartı şifresini bir düşün, 4 haneli koymuş olmalı'' dedi. Sonrasında iki damla yaş süzüldü, gözlerimin pınaarına, pınaarına, pınaarına... 

   Artık bu muhabbetin önüne geçilemezdi. Dan Brown'ın kastettiği paganların, kiliseyi ele geçirme çabalarının, dünyaya hükmetme arzularının, anagramların, kriptekslerin, opus dei'nin gözümde zerre yeri kalmamıştı. Robert Langdon, Sophie, Jacques Sauniere, Teabing, Fache, Silas ve niceleri gözümde öylesine küçülmüşlerdi ki artık cin ali bile daha ciddi bir yapıttı benim için. Sion tarikatı, kutsal kase ve Da Vinci'ye ise girmiyorum bile. 

   Amcayla kitap hakkında konuşurken ve tam da saçmalığın nirvanasına ulaşmak üzereydik ki ön koltukta oturan, benden bir kaç yaş küçük bir kız, ''o kitabı boşuna okuma bence filmi var onun. Çok güzel, Tom Hanks oynuyor hatta'' diye çıkışarak bana acıyan gözlerle bakıyordu. Artık tam bir enayiydim diyebilirim. Amcanınsa kıza ''ee şifre neymiş?'' diye sorması bendeki kayışın kopmasına, devrelerimin yanmasına ve kulaklarımdan dumanların çıkmasına vesile oldu. Adeta beni benden aldı. Hemen şoförden müsait bir yerde durmasını istedim. Fazladan on dakika yürümek, psikolojimden daha değerli değil ya! 

   Bir daha dolmuşta kitap okumak mı? Aman, aman... Uzak dursun. Hem lakalardan ve kasislerden geçerken gözlerinin şaşı olma ihtimalini de göz önünde bulundurmalı insan. 

   Ayrıca bu espriyi dolmuştakilere yapmadığım için bin pişmanım, aslında müstehakmış onlara bilemedim:


Yorumlar

  1. Şifreyi öğrenmek için bir solukta okudum...Doğum tarihi miymiş ? Bence bu yazı yarım kalmış...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok doğum tarihi değil, Leonardo1234'müş sayın telve. Bana bunlarla gelmeyin, kafama sıkar giderim yoksa. Kabul ediniz ki benim provokasyonum daha iyiydi. Ya da hiç yoktan iyiydi işte.. :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar